İBN-İ ARABŞAH’IN ANKARA SAVAŞI’NDAN DÖNEN EMİR TİMUR’UN “GEL-GÖR-GİT” KALESİ’Nİ KUŞATMASI HAKKINDA YAZDIKLARI

Bütün Yönleriyle ÇUBUK ve ÇEVRESİ Uluslararası Sempozyumu

İBN-İ ARABŞAH’IN ANKARA SAVAŞI’NDAN DÖNEN EMİR TİMUR’UN “GEL-GÖR-GİT” KALESİ’Nİ KUŞATMASI HAKKINDA YAZDIKLARI 

Aydın Məmmədov*

    Özet 

Bu çalışmada, Timur dönemi hakkında önemli bilgiler veren “Acâibü’l-Makdur fi Nevâibi Timur” isimli eserin de yazarı olan İbn-i Arabşah’ın anlatımından yola çıkılarak, Ankara Savaşı’ndan dönen Emir Timur’un, kışı geçirmek için Karabağ’a giderken yolda ismi Türkçe kelimelerden oluşan “Gel-Gör-Git” isimli bir kaleyi kuşatması ve alması hakkında bilgiler verilmektedir. 

    Anahtar Kelimeler: 

İbn-i Arabşah, Emir Timur, Karabağ, Gürcistan, Gel-Gör-Git Kalesi, Ankara Savaşı

IBN-I ARABŞAH’s WRITINGS ABOUT AMIR TIMUR’S SIEGE OF “GEL-GOR-GIT” CASTLE AFTER HIS RETURN FROM THE BATTLE OF ANKARA

Abstract 

By drawing on narrative of İbn-Arabşah, who is the author of “Acâibü’l-Makdur fi Nevâibi Timur” which provides important information about the Timurid period, this study gives information about Amir Timur’s siege and capture of “Gel-Gör-Git” Castle, whose name is composed of Turkish words, on the way of Montenegro, where he aimed to spend the winter after his return from the Battle of Ankara. 

Keywords: İbn-i Arabşah, Amir Timur, Montenegro, Georgia, Gel-Gör-Git Castle, The Battle of Ankara 

    

Giriş 

Döneminin ünlü fıkıh tarih, lügat, sarf, nahiv, hadis ve edebi ilimler alimlerinden biri olan İbn-i Arabşah 1389’da Dımeşk’da doğdu, 1450’de Kahire’de vefat etti, oraya da defnedildi. Emir Timur, 1401’de Şam’ı ele geçirince, İbn-i Arabşah’ı, annesi, kardeşleri ve kız kardeşinin oğluyla birlikte Semerkant’e gönderdi. Timur o dönemde Semerkant’e, fethettiği diğer ülkelerden getirdiği alim, tabip, fakih ve sanatçılarla doldurduğu için İbn-i Arabşah, kendisini geliştirmek için zemin buldu. 

1408’de Çin’e, sonra Kırım’a seyahat eden İbn-i Arabşah, oradan Edirne’ye geldi ve Sultan Çelebi Mehmed’in sarayında kendisine birçok ikram ve iltifatlarda bulunuldu. Hocasının vefatı nedeniyle 841’de Hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a gıden İbn-i Arabşah, oradan da Mısır’a geçerek, bir daha vatanına dönmemek üzere Kahire’ye yerleşti. 

İbn-i Arabşah’ın fıkıh, tarih, tefsir, ahlak, sarf, nahiv alanlarında çok sayıda eseri mevcuttur. Bunlardan “Acâibu’l-Makdur fi Nevâibi Timur”, Emir Timur dönemini anlatıyor. Bu eserde yer alan ve Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid ile 1402 yılında Ankara’da yaptıkları savaşdan dönen Emir Timur’un, kışı geçirmek için Karabağ’a giderken yolda ismi Türkçe kelimelerden oluşan “Gel-Gör-Git” isimli bir kaleyi kuşatması ve alması konusundaki bilgiler oldukça ilginçtir. Başka tarihçiler bu konudan bahsetmemiştir. Belki de İbn-i Arabşah bu olayı bizzat gözlemlemiştir. 

İbn-i Arabşah Emir Timur’un Gürcistan’ın iki önemli kalesinden biri ve “Gürcistan’ın iki gözü” şeklinde bahsedilen Gel-Gör-Git kalesini kuşatmasından bahsederken; “Timur, Gürcüler üzerine yürüdü” yazıyor. Kale savunmacılarının Hristiyan olduklarını öne sürse de, daha sonra Şirvanşah Şeyh İbrahim’in dilinden savunmacılar ve civar halkın Gürcü değil, Tatar olduklarından bahsediyor. Onlar, Şeyh İbrahim’den aracı olmasını istiyorlar. Şeyh İbrahim, Emir Timur’un yanına gidiyor, komşularının affedilmesini, esirlerin serbest bırakılmasını rica ediyor. İbn-i Arabşah’ın yazdıkları, konunun tarihçiler tarafından yeniden incelenmesini gerektiriyor. Ortaçağ’da Gürcüler denildiğinde bugünkü anlamıyla Gürcü halkı değil, o bölgede yaşayan Ortodoks Hristiyan halkların hepsi anlaşılıyordu. 

Peki, Gel-Gör-Git kalesi neredeydi? Günümüzde Güney Kafkasya’da bu isimde iki kalenin harabesi bulunuyor. Bunlardan biri Gürcistan’ın Sakhçare şehri yakınlarındaki Modinakhe kalesidir. “Modinakhe” kelimesi iki kelimenin birleşmesiyle oluşmuş- tur: “modi” “gel”, “nakhi” ise “gör” demektir. Fakat Modinakhe kalesinin tarihiyle ilgili bilgi bulunmuyor. 

Benzer isimli ikinci bir kale de Azerbaycan’ın Şeki şehri yakınlarda bulunuyor. Şeki’deki kalenin adı ise Gelesen-Göresen’dir. Bu kaleyi 1551 yılında Şah Tahmasb ele geçirdi ve Şeki’yi Safevi Devleti’ne dahil etti. Şah Tahmasb’ın Şeki’yi almak için yaptığı saldırıda Şeki Hanı Derviş Muhammed Han hayatını kaybetti. 19. yüzyılda Şeki şehrinde yazılan tarih kitaplarında Derviş Muhammed Han’ın büyük dedesinin Hristiyan olduğu ve 1444 yılında İslam’ı kabul ettiği belirtiliyor. Derviş Muhammed Han’ın dede dedesinin isiminin “Candar”, dedesinin babasının ismi ise “Кutul” olduğu yazılıyor.

Timur Gürcistan diyarına gelip yetişene kadar, derya gibi dalgalanan orduyla hareket ediyordu. O kiçik bir ülkedir ve insanları Mesihe itaet edenlerdir. Ama bu küçüklükle, saysız-hesapsız kaleler, sağlam burçlar, mağaralar, puskugahlar, dağlar, dereler ve uçurumlar sebebine dış zararlar korkusuzdur.ve o mekanlardan her birisi dikkafalık ve tekebbürlükte israrlı kaldı, işgalci ve saldırganların fermanını kabul etmedi. Oranın Tiflis, Trabuzan ve Abxaz şehirleri başkentlerdi, bu mekanlar teslimden kaçındılar ve zamanın yetkisini Timurun eline vermediler. Timur savunmaya başladı ve toplantı yaptı. O mekanlardan birisi de bir mağaradır, onun kapısı çok yüksek bir uçurumun ortasında, şimdiki zamanın olaylarından yeterince tehlikesiz, gelecek zamankılardan kenarda yer tutar ve aşağıdan yukarıya (en uzaktan) merdivenin “eli” (nereye) ulaşsa ondan daha yüksekte, yukarıdan aşağıya doğru (en uzun) merdivenin (ayağı nereye) batsa, bundan daha aşağıdadır. Dahil olma yolu, örtülü ve pünhan Kadir gecesi gibidir, ona yetişmek: aydın ve aşikar bedirlenmiş ay gibidir (ulaşılmaz). Artık bir şey Timuru savunmaya sevk etti ve yan tarafların bir hayli gezdi, kendi mühendis zekasını kullandı ve karmakarışık düşünce ile azap ateşini oraya yukarıdan indirmeyi ve yüce “Himayi” (“Cennet Kuşu”nu) havada avlamayı akıl etti. Hemen zırhlı sandıklar kurmayı emr, uzun zincirler ve küvvetli insanlarla dağın yüksek yerleri ve zirvelerinden aşağıya doğ- ru bırakıp semanın belası olarak indirmeyi emr etti.

O zaman oyle yaptılar, yer ve gök arasındaki feza sandıklarla doldu ve dağda yaşayan insanların içine korku girdi ve onlar (Timurun askerleri) yüksekliklerde uçan bir şahin gibi hatırlanmaktadır. (Meğer görmediler mi semanın yüksekliklerinde uçan kuşları ki, oranı onlara mesken eden, onları idare eden Allahtan başka bir kimse değil) ve o zaman ki mağaranın ağzıyla aynı seviyede oldular, onu (mağaranı) vurdular ve içeriye girip sandıkların içerisinden ciğer yakan ok ve nize ile ellerini çıkardılar, ip, kemend, silah ve diğer vasıtaları işe salıp araya fitne ve karışıklık yaratdılar ve av şahinleri gibi uçuyorlardı. Yurt yuvaya yaklaşıyor, “pençe” ve “qaqa” gösteriyorlar ve o mağara onların yetişmesine izin vermiyor ve pehlivanların yardımıyla mevki tutmuşlardı. Bu zaman hızlı insanlardan biri şans ve zafer ahengiyle mağaranın yanına çatal batırdı ve kendi sandığıyla yuvaya el koydu, mutluluğa açılmış oldu ve ilişkiye sarıldı, hristiyan kavmi bir birine karışmış oldu ve önündekilerini tanımadılar, Timur yalnız başına onlara saldırdı, büyüklerden bir çoğu öldürülmüş oldu, diğer kendi arkadaşlarını içeriy sesledi ve onların yardımıyla mağaranın bir köşesine saklanmış olanları dışarıya çıkardı.

O kişinin ismi Lhrasb’dı, (ve onun isminin) olduğu üç harf sessizdir, ve (konu açılmışken belirtelim ki) farsca ve türk dilinde sessiz harflerin (böyle) birleşimi boldur.

Bu kalelerden diğer biri Gel-Gör-Git’in gökdelen kalesidir ki, ismi gibi dikkafalık ve tekebbürden bahs eder. Onun adının manası türkçe şöyle “gelirsin, görürsün, geri gidersin”, yani hiç kimse onu izlemekten gayrı bir şeye ulaşamaz. Onun binası üç tarafdan yüksek tepeliğin üstündedir ve yüksekliği başka yüksekliklerin hepsinden daha yüksektir. Diğer (dördüncü) tarafdan dar ve rahatsız yol var ve bu yol sert ve tozlu bir geçitte son bulur ve o yolu giden önüne çıkan zorluklara dayanarak yüksek bir uçuruma ve derin kanyona ulaşır ki, onunla kalenin kapısı arasında bir köprü bağlamışlar ve köprü götürülünce kaleye giriş kapatılmış oluyor.

Timur sanki hakikatin farkına vardı ve ona bir haber aşikar oldu, kendi amacına ulaşamayana kadar o mahalleden göç etmemeye karar verdi. O kalenin çevresinde bir mekan var, dalgalanan deniz onun içinde yerleşse bulmak mümkün değil, tüm etrafı karmakarışıkdı, sanki kendi kocasının karşısında küstah bir kadının sinirli yüzü gibi sert ve kabadır.

Ama Timur açgözlülüğünden kendi sığınağını ve karargahını o kalenin göz önünde yaptırmıştı ve sırayla (nöbetle) savunuyorlardı, kale insanları gündüzler köprünü alıp savaş ve mücadele belasından güvendeydiler, çünki o mücadele ve ceng için bir meydandı. Teymuriler sabah olunca ok atmakla (savaşın başka-diğer dehşetlerinden) kurtuluyorlar ve gece olunca çadırlarına gidiyorlar ve çevrede geceleye bilecekleri yer yoktu. O zaman haçlılar köprüyü yerine koyup, yolu açıyorlar ve kendi ihtiyaçlarını kura biliyorlar. Timur o kalenin fethini kendi için boş arzu olduğunu fark edip umutsuzluğa kapılınca göç gösterişi verdi ama rezil olmaktan korktuğu için geri çekilmenin behanelerini arıyordu.

Kalenin Mucize Fethi Hakkında Destan 

Timurun ordusu içinde boyları ve kolları iki aslan küvvetinde olan iki genç vardı, karakter, görünüş, korkusuzluk, yiğitlikte biri diğerinden farklanmıyordu, mücadele meydanında biri diğerine nazaran öne çıkıp terazinin iki gözü gibi beraber oluyorlardı. Gürcistandan cesarette aslan gibi ve boyda dağ gibi kafirle karşı karşıya geldi ve bu onu yere yatırıp başını kesip Timurun dergahına götürdü ve bu işten yüksek rütbe kazandı. Bu “kendini gösterme” onun kalbine tesir etti ve onu daha iyi bir iş görüp ad kazanması için düşündürdü. Onun ismi Pirmuhammet, lakabı Kanberdi ve köprü işinde hiç kimse ondan daha fazla tecrübeye sahip değildi. O bir gece savaş malzemelerini ve kendi adamlarını toplayıp Allahın yardımına güvenmekle boş bir yer seçip puskuda durdu, gah göğsü üstünde sürünüyor gah da çömelip yol gidiyordu. 

Sabah açıldı ve hristiyanlar asma köprüye taraf geri döndüler , onu kaldırmak için bir birlerine yardım ediyorlardı. Pirmuhammet köprüye taraf gitti ve köprünün iplerini kesti. Onlar köprüyü almak için bir şey bulamadılar, bu zaman ona saldırdılar ve üstüne taş ve ok yağdırdılar. Pirmuhammet geri durmadı, atılan ok ve taştan hangisi ona ulaşıyordusa baş gözüne geliyordu, böylece onlar savaşmaktaydılar ki, güneş çıktı. Timur göç gösterişi verip, karargah ve çadırlarını yüksek bir mekana yerleştirmişti, aniden haber getiren bir insanın dilinden kalbinin kulağı ile bu müjdeyi duydu:

Kapalı görsen de çarenin kapısını umutsuzluğa kapılma, 

Bil ki, kul aça bilmediyi kapıyı Allah istediyi zaman açar.

Timur uzaktan kalenin kapısı yanında bir kaç kişinin bir birine saldırdığını fark etti ve yakınları, yardımcılarına savaş yerine gidip onu bilgilendirmelerini emr etti. Onlar hepsi birlikde haber almaya gittiler. Onların içinde düşmanlık ve kinlilik bir birlerine karşı baş kaldırmamıştı. Onlar gelince Pirmuhammedi ölmüş hesap ettiler ama Pirmuhammet onları uzaktan görür görmez sanki hayat buldu ve titremesini, küvvetsizliğini bir tarafa bırakıp diriliş kazandı.

Haçlılar köprüyü alamayınca ondan yüz çevirdiler ve kaleye girip kapısını sıkıca kapatmak istediler, bu zaman Pirmuhammet onlara saldırdı ve kaleye girip onları kapıyı kapatmak imkanından mahrum etti. Onu kılıçla yaraladılar ve taşladılar, ancak o pes etmedi, bu işin çözülmesi için çalışmasını artırdı, taş ve demir ona değiyor ama hiss etmiyordu.

Bu zaman savaşçı yiğitler yetişdiler, gazap yağmuru ve hiddet seli gibi gökten ve yerden yardıma geldiler, kudurmuş aslanlar gibi onların üstüne yağdılar ve Pirmuhammedi onların elinden kurtardılar. Haçlıları ayağı bağlı kul edip, onların malları- nı savurdular ve karılarını, çocuklarını rehine (esir) aldılar. Pirmuhammedi Timura götürdüler ve onu Pirmuhammedin niyet ve hayalinden haberdar ettiler. Sonra onun kan daman yaralarına baktılar – onların sayı on sekize ulaşıyordu. Timur vaatlar vererek onu yüksek bir rütbeye layik görüp Tebrize gönderdi ve o diyarın başçılarına ve fermancılarına doktor ve ilaç yapanların onun başına toplanmasını ve tam iyileştirmelerini arz etti. Onlar Pirmuhammedin tedavisinde çok çalıştılar ve Timurun emrini iyi yaptılar. Onun hastalığını mükemmel iyileştirdiler. Tam olarak iyileşınce ayağa kalktı ve Timurun yanına gitti. Timur onu ordusunun bir kısmı üzerine başçı tayin etti ve leşgerlerinden çok sayıda güruhun fermançılığını onun yetkisine verdi.

Gürcülerin işinin devamı ve onlar tarafından Şeyh İbrahim hakime Şirvanın tahrik edilmesi

Bu kale ve mağara Gürcistan kuleleri arasında iki göz gibiydi, musibet ve matem yaklaştı, kendi güçlerini ellerinden verdiler, onları birleştiren “bağ” kırıldı, çare kılmak endişesi yüe yüzüne ”çömeldi” ve kıyamet tartışması “ayağa kalktı”, emniyet ve birlik onların memleketine elveda dedi ve cehennem ateşi kazablı çehresi ile onların pişvazına acele etti. Timur bunu iyi değerlendirdi ve Gürcistan memleketlerinin “kurtuluş” bahanesiyle kendi şeytan suratlılar ordusunu harekete getirdi, onların hayat harmanını amansız ateşle yandırıp ve onların ölüm kefenini kılıç kayçısı ile biçip, ok iynesi ile dikip ve intikamın diliyle bu ayeti onlara okudu: 

أَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا اللَّهُ  

(Görmediniz mi biz, kafirlerin üzerine onları yoldan çıkarıp günaha sevk eden şeytanları gönderdik?)

Gürcüler günah ve suçlarının affedilmesi, yırtılmış hayat libaslarının yeniden dikilmesi ve kırılmış hayat zincirinin yeniden birleştirilmesi için çare bulan insan arı- yorlardı. “Feryad-e eleman” bayrağını kaldırdılar ve Şeyh İbrahim hakime Şirvandan kendi kurtuluşları için yardım istediler, işlerinin ipini ona verdiler. Gürcülerle gayri mezhepte olsa da onu başkan seçtiler. Bu zaman yaz mevsimiydi. Gürcistan insanları meydanı terk etmişti ve sonbahar Timurun leşgerleri gibi gölgesini dünyaya salmıştı. “Sultanın bayrakları” ağaçların dallarından en yukarını süslemiş ve dağlık yerleri şereflendirmiş ve akşamların hazin rüzgarında nem kapan yer yüzü “davudi zireh” örtmüş- tü. Timurun yardımına yetişmiş ve demiş:

Allah bir kuluna ortam yaratsa, 

Olurlar düşmanların yardımçıları 

Bu pozgunluktan kurtulmak istese o kes, 

Dayanmalıdır ateşte yanmaya, 

Eğer becermese kaypeder aklın, 

Zar eder çiçekler gibi yanı dikenli.

Şeyh İbrahim Timurun dergahına gelip yeri öptü ve onu övmeye başladı. Kendi kullar duran yerde durup söze başlamaya izin istedi. Timur izin verdi. O dedi, “Padişahın samimiliği ve onun aciz fakirin gönlünü alması ve onun bol rahmet ve tükenmez lütfundan faydalanan ben kulunu söz söylemeye layik görmüş ki, şimd Şerif- rey karşı- sında aşikardır ve bunun için Allaha şükürler ediyor ki, arzu oku amaç hedefine ulaşdı ve kalbin umudu muradın astanasına girdi. Bizim havadarın heybeti yer yüzünün doğu ve batısını bürümüş ve onu dövüş ve çarpışmadan korkusuz kılmıştır, uğurlu leşgeri ne kadar hesaplaya bilseler de, onun sayı ondan (hesap edilebilenden) daha fazladır ve sayda ne kadar saymak mümkün olsa, onların (uğurlu leşgerin) elinde rehine ve mahpus ondan (saymak mümkün olan saydan) dafa fazladır, özellikle tatarlar, mutluluk onlardan yüz çevirmiş ve kendileri yokluk diyarında yer bulmuşlar, onlara kışın soğuğu fazla zarar vermiş ve onların nefesleri girmektedir ve böylece bu gidişatla bir az daha geçse mahvolurlar ve küçük,büyükler (orta tabakaya mensup insanlar) ve kü- çükler (aşağı tabaka) ölüm yoluna yollanırlar, bü ülkenin işi belki de cahanın bütün ülkelerinin işinden en zorudur. Bu ülkenin başçı ve büyüklerinin hepsi bu kulunuzda padişahın inayetini görüp ve komşuluk nedeniyle ben kulunuzu aracılığa seçmişler ve Şerif reyin sadakalarından affedilmeye umut edenlerdir. İstedikleri bundan gayri bir şey değil. Her hangi bir mübarek düşünceye gelseniz ve ali emr buna işaret etse bu kulunuz ve o halk kabul gözü ile görmekteyiz ve fermana tabi olmaktan gayri yol seç- meyiz ve eğer esas amaç maldırsa o zaman bu kul (yani ben) onun takdimine durayım. Bir evin oğlu için mal devlet nerdedir, o evde neye sahiptir? Cariye bu tarz iş yapan değildir, belki bu bakımdan zahmet ve eziyet iki taraftan meyve verdi ve komşuluk hakkı yerine yetti ve Resul-e Ekrem (s.) buyurdu ki, Cebrayil hep bana komşunun halinin beklenilmesini sipariş etmektedir; budur büyük adamların şerif reyi ve eğer cariye umutsuz dönmezse sevabı çok olur” 

Timur onun ricasını kabul etti ve onun (onların) mallarından ziyade bol bir mal istemiş olup, Şeyh İbrahim o istenilenleri onun (Timurun) hazinesine gönderdi ve kendisi göç etti. Timurun kişlağının halısını Garabağ içinde serer ve bunlar 806 (1403) yılında olmuştur. 

Sonuç 

Ankara savaşından geri dönen Timur’un 1403 yılında Gürcistan’dan geçmesi, Gürcü kalelerini tutması ve orada işlediği enkaz Nizameddin Sami’nin ve Şerafettin Ali Yezdi aynı isimli eserlerinde - “Zefername” lerde, geniş yorumlanırsa da, İbn Arapşahdan farklı olarak “Zefernameler” de “gel- gör-Git “kalesinin adı geçmiyor ve kale etrafında yaşanan olaylardan da bahsedilmiyor. Doğru, Ş.Ə.Yezdi Timur’un Gürcistan’a son saldırılarından bahsederken, gerçekten de en sonunda “mağaralık” dan ve “sandık” lardan bahsediyor. Ama o bu olayın “Abhazca diyarı” nda cereyan ettiğini gösterir ve bu konuda onun yazdıkları “Əcaibül-meqdur” dakılar farklı olarak, dolayı ve ayaklanmalar karışıktır. Ş. E. Yezdi Timur’un “Abhazca diyarı” ndan geri dönmeye başlamasını net tarihini Ekim 1’i, pazartesi günü olarak gösteriyor. 

Ş.Ə.Yezdi o günden sonra Timur’un avla meşgul olmasından ve daha sonra ise bir süre önce esir düşmüş bir grup “Gürcü serdarı” nın Gürcü çarı Georginin yanına göndermesinin sonucu olarak görüntülenir taraftan gelmiş elçileri kabul etmesinden bahsediyor. Burada da barışın baş tutmasında “Gürcülerin arabulucusu olan” Şirvanşah Şeyh İbrahim’in olumlu etkisi gösterilmiştir, ama onun çöpçatanlık işi, Arapşahdakı gibi geniş açıklama değildir, sadece, Teymur nezdinde bu konu ele alınırken “Gürcü” lerin hayrına hizmet vermektedir. 

Kaldı ki söz konusu 1403 yılı olayları hakkında Arapşahın yazdıklarına işlemler yukarıda hepsinin tercümesi verilip, bu hikayeleri daha çok, bir kişinin dilinden söylenen izlenime veya hatıraya benzemektedir. Dikkat edersek ki, “Əcaibül-meqdur”un yazarı 1401 yılından uldə ailesi ile birlikte Timur tarafından esir götürülmüştür, bu durumda, onun 1404 yılına kadar-Timur’un Semerkant’a dönüşünden kadar, Timur›un ordusunda yakalandığını, 1403 yılında bu ordu ile birlikte Güney Kafkasya›da olduğunu ve orada yaşanan bazı olayları, işlemler ki sonraları “Əcaibül-meqdu”da kaleme almıştır, onları o zaman, 14 yaşında iken, bizzat gözlemlediğini zannetmek mümkündür.

Kaldı ki “Gel-Gör-Git” kalesinin yerine, en evvala dikkat etmek gerekir ki, Güney Kafkasya›da kalıntıları şu anda kalmakta olan iki kalenin adı “Gel-Gör-Git” kalesinin adına çok yakındır. Bunlardan birincisi Gürcistan’ın Saxçare kenti yakınlarındaki Modinaxe kalesidir. Kalenin adı Gürcü dilinde iki kelimenin birleşmesinden meydana gelmiştir: “modi” - “gel” + “naxe” - “gör”. İkinci kale ise Şeki şehri yakınındaki “GelesenGöresen” kalesidir.

KAYNAKÇA

اليف: ابن عربشاه، زندگانى شگفت آور تيمور(ترجمهء كتاب عجايب المقدور فى اخبار تيمور، ترجمه: محمد على نجاتى)، طهران –١٢٣٩

Aydın Məmmədov. İbn Ərəbşahın məlum “Əcaibül-məqdur fi nəvaib timur” əsərində Şəkiyə dair naməlum bəhslər, “Elm” qəzeti, 30 oktyabr 2007-ci il. 

İslam Alimleri Ansiklopedisi/ İbn-i Arabşah (http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/IBN-I-ARABSAH/2980). 

Архитектура Грузии: крепости. Часть 2 (http://www.litsovet.ru/index.php/gallery.view?gallery_id=18560). 

Из истории Шекинского ханства: (Керим Ага Фатех. Краткая история шекинских ханов; Хаджи Сеид Абдулгамид, Родословная шекинских ханов и их потомков.). Баку. Элм. 1958. 

Убайдулла Уватов, “Аджаиб ал-макдур фи наваиб Тимур”, Ташкенд. 1974, с.10,11,26.

Bax: 

Arabşah'ın Ankara savaş'ından dönen Emir Timur'un "Gel-Gör-Git" kalesi'ni kuşatması hakkında yazdıkları, Bütün yönleriyle Çubuk ve Çevresi (Uluslararası Sempozyumu). səh.369-378. Ankara, 2016 >>.